Issız bir adaya düşerseniz…
“Issız bir adaya düşerseniz yanınıza alacağınız 5 şey nedir” diye bir sohbet sorusu vardır. Her ne kadar ıssız bir adaya düşmek imkansıza yakın bir durum olsa da, karşınızdakinin olmazsa olmazını anlamak için bu soruyu sormak gelmiş geçmiş en iyi yöntemlerden biri. Bana da çok soruldu ve sorulduğunda hiç gözümü kırpmadan verdiğim ilk cevap her zaman “Gözlüğüm” oldu ve sanırım hep öyle olacak. Sabah kalktığınız anda ilk hareketiniz gözünüze gözlüğünüzü takmak oluyorsa, bu cevabın pek de yadırganacak bir yanı olmuyor açıkçası.
İkinci ve üçüncü olarak götüreceğim eşyaysa, adanın nüfus durumuna bağlı. Eğer ada gerçekten de ıssız ise gözlüğüm bana yeter. Ama adada sosyal bir yaşam varsa kontak lenslerimi ve solüsyonumu da almak isterim. Bunun nedenini sadece hipermetropi* ya da presbiyopi** görme kusuru olan kadınlar anlar. Çünkü yakını görmekte zorluk çeken birisinin göz makyajı yapması çok zor, hatta göz kusuru ilerledikçe imkansız hale bile gelir. Buradan da net olarak anlaşılıyor ki, kimse beni görmüyorsa, benim görebilmem yeterli; ama görünüyorsam o zaman görebilmenin yanında iyi görünmek de isterim. Bu da bize, sosyallik işin içine girdiğinde görünümün öneminin arttığını ve bunun da doğrudan psikolojik sağlığımızı etkilediğini gösterir. Zaten günümüzde fiziksel ve psikolojik sağlığımızı birbirinden ayrı düşünmeye imkân yok.
İşte benim lens olunca gözümü görüp makyaj yapabildiğimde kendimi iyi hissetmem gibi, birçok kişi de kontak lensleri birçok kullanım kolaylığından ötürü değil, aynı zamanda sağladığı görünüm olanakları için de tercih ediyor. Bugün çok çeşitli renkleri, materyalleri ve modelleriyle gözlükler, işlevlerinin yanı sıra, aynı zamanda bir şıklık aracı. Üstelik gözlüğün bir de modası var ama birçok kişi gözlüksüz olmayı kendisine daha çok yakıştırıyor. Az önce sözünü ettiğimiz gibi kişinin görünümünden hoşnut olması da kendi sağlığı açısından son derece önemli. Kontak lenslerin dileyene gözlüksüz de görme olanağı sağlaması açısından önemi yadsınamaz. Özellikle insanın görünümüne çok daha fazla önem verdiği genç yaşlarda, kontak lens kullanımının daha yüksek olması bunu gösteriyor. Öte yandan 40-50 yaş sonrası ortaya çıkan presbiyopi görme bozuklukları insanı gözlük takmaya, hatta iki gözlük kullanmaya götürdüğünde, yaşlanma psikolojisine girmek yerine hem uzak, hem yakın görüşü sağlayan multifokal lensleri kullanmak, kendini iyi hissetmek açısından çok önemli.
Görünüm her şey midir?
Görünüm her şey olmasa da, çok şey olduğu konusunda hakkını vermek lazım.
İşte bu noktada biraz daha öteye giderek, görünümde farklılık yaratan renkli kontak lenslere de bir göz atmak lazım. Görme sorunu olmadan göz rengini değiştiren birçok kişi olduğu gibi, numaralı renkli kontak lenslerle hem daha iyi görüp, hem de daha farklı görünmeyi bir anda yaşayan çok insan var. Hatta internet forumlarında beğendikleri ünlülerin gerçek göz rengini öğrenmek, kullandığı renkli kontak lens marka ve rengini bulmak için yapılmış birçok yazışma bulabilirsiniz.
Doğal tonlardan çarpıcı tonlara uzanan geniş yelpazelerde gözlerinizi farklı renklere dönüştürmek, artık hem çok kolay, hem de çok konforlu. Bugün gelişmiş teknolojilerle üretilen son derece kullanışlı lenslerle bambaşka biri olmanız mümkün.
Göz renklerimiz…
Yeri gelmişken, göz rengimizi değiştirmeden önce göz renklerimizin nereden geldiğine kısaca bir baksak hiç fena olmayacak.
Aslında göz rengimiz aynı renk grubundaki diğerlerine benzese de, aslında herkesin gözü şekli, rengi, görünüşü itibarıyla tıpkı parmak izi gibi tek ve özel. Yine de insanlar göz renkleriyle sadece birkaç grupta toplanabiliyor.
Göze rengini veren şey, iris tabakasındaki melanin pigmenti. Bu pigmentin iris üzerindeki yoğunluğu ve dağılımı göz rengini oluşturuyor. Melanin pigmentinin en fazla olduğu renk kahverengi. İstatistiklere baktığımız zaman en yaygın rengin kahverengi olduğunu görüyoruz. Dünya nüfusunun yüzde 55’i kahverengi gözlere sahip. Afrika ve Asya kökenli kişilerin hemen hepsi kahverengi gözlü.
Kahverengiye en yakın göz rengi, ela. Kahverenginden biraz daha açık ve içinde yeşil-sarı tonlar var. Ela gözün dış çerçevesindeki melanin pigmenti daha yoğun olduğu için o kısım daha koyu görünüyor ve bu da ela gözde ışığa bağlı olarak bakır ile yeşil arasında bir sürü rengin aynı anda algılanmasına neden oluyor. Dünya nüfusunun yüzde 5-8’i ela gözlü.
Mavi renk ise gözde pigment azlığı sonucunda oluşuyor. Gözde mavi renk genetik olarak baskın değil çekinik renk olduğu için dünya nüfusunun sadece yüzde 8’inde görülüyor. Ancak bu yüzde 8’in çoğunluğu da kuzey Avrupa ülkelerindeki Baltık Denizi çevresindeki halklar arasından çıkıyor. Bu hafta Optik Gazete’de yayınlanan bir haberde tüm mavi gözlülerin hepsinin aynı atadan geldiğini okumak da benim açımdan çok çarpıcıydı. Düşünsenize, 6000-10000 yıl önce Karadeniz bölgesinde yaşayan birisinin gözü, genetik mutasyona uğramış ve onun soyundan gelen birçok kişi bugün, mavi gözleri dolayısıyla birbirleriyle akrabalar.
Yeşil göze gelince… Renk olarak ela göze çok benzese de ondan daha açık renkli ve yeşil tonu çok baskın. Gözün içindeki pigmentlerin ortalama düzeyde olup altın tonları fazla olduğunda yeşil göz ortaya çıkıyor. Yeşil dünyada en az bulunan göz rengi. İnsanların sadece yüzde 2’si yeşil gözlü. Yeşil gözlü kişiler, yoğun olarak Kuzey ve Orta Avrupa’da yaşıyor ve az da olsa Batı Asya halklarında da yeşil gözlülere rastlanıyor.
Bu ana renklerin dışında çok nadir bulunan ve daha çok Doğu Avrupa’da rastlanan gümüş renkli gözler de aslında mavi gözlerin daha griye bakan açık tonları. Bir de kehribar (amber) rengi gözler var ki, onlar da sarı-bakır tonlu çok nadir bulunan gözler. Asya ve Güney Amerika ülkelerinde bu göz rengine rastlanıyor.
Renkli kontak lenslele, grupladığımız bu doğal göz renkleri, çok farklı tonlara çevrilebiliyor. Örneğin, ben ela gözlü biri olarak sarıya bakan Giallo kodlu renkli lens kullandığımda, gözlerim yeşil oluyor. Renkli kontak lens kullanım oranları da bu anlamda çok ilgi çekici. Örneğin bir Avrupa ülkesi olan Fransa’da tüm kontak lens kullanıcıları arasında renkli lens kullanma oranı yüzde 4 iken, ülkemizde bu oran yüzde 20’lere varıyor. Renkli kontak lens kullanım oranları, genellikle koyu kahverengi göz rengine sahip Arap ülkelerindeyse, tüm yüzdeler birden yukarı sıçrıyor.
Doğuda çekik ama iri gözler…
Renkten bağımsız olarak baktığımızda, uzak doğu ülkelerinde gözdeki iris tabakasını daha büyük gösteren kontak lenslerin revaçta olduğunu görüyoruz. Bir çift lens ile Japon çizgi filmlerinde çokça rastladığımız, yüzün neredeyse yarısını kaplayan o parlak iri gözlere sahip olmak mümkün.
Batıda fantezi bakışlar…
Batıda, kostümlü partilerde takmak üzere fantezi grubunda yer alan kontak lensler kullanılıyor. Özellikle Cadılar Bayramı kıyafetlerini daha da gerçekçi ve çarpıcı kılmak üzere kullanılan bu lenslerin arasında bulunan kedigözü, kırmızı vampir gözü gibi ilginç lenslerin yanı sıra tüm gözün içini kaplayanları da bulup uzaylı gibi gezebilirsiniz. Ya da gözünü para bürümüş birisi olabilir veya Mickey Mouse ve Hello Kitty gibi sevimli karakterleri gözünüze takabilirsiniz. Hatta milli takım maçına gözünüzde dalgalanan bayrağınızla gidebilirsiniz.
Moda ve gözlerdeki Swarovski parıltısı…
Gelelim modaya... Gözlük çerçevelerinde ve güneş gözlüklerinde moda almış başını giderken, moda devleri ve tasarımcılar kontak lens alanında ne yapıyorlar dersiniz? Onlar da boş durmuyor elbette, bu alandaki teknolojik olanakları sonuna kadar zorlayıp işin sınırlarını genişletiyorlar.
Tasarımcı Antony Mallier, “Parıltı” adını verdiği koleksiyonunda kontak lenslerin çerçevesine farklı aralıklarla yerleştirdiği Swarovski kristalleriyle, gözlerinizin şimdiye kadar hiç parlamadığı kadar parlayacağının garantisini veriyor.
Peki ya Dior bu konuda ne diyor?
Christian Dior, tasarım kontak lens konusunda daha da ileri giderek, marka çılgınlığımızı pırıltılarla kaplayıp gözlerimizin içine kadar taşıyor. Gözünüzü gören herkes ciddi bir maliyete katlanarak Christian Dior marka kontak lens kullandığınızı anlıyor, çünkü lensin üzerinde açıkça görülen bir CD logosu var. Dünyaya Christian Dior gözüyle bakmak bu olsa gerek.
Yoksul hastaların tedavisi için pırlantalı lensler…
Bir de gerçek pırlanta kullanılarak üretilmiş ve satış değeri 15 bin Amerikan Dolarını bulan kontak lensler var. Hint göz hekimi Chandrashekhar Chawan tarafından Shekhar Göz Araştırma Merkezi patentiyle özel olarak üretilmiş bu ürünler sınırlı sayıda üretilmiş ve 18 karatlık altın bir halka üzerine çakılmış 18 pırlanta taştan oluşuyor. Shekhar, aslında göz rahatsızlıkları konusunda çeşitli çalışmaları olan, keratokonus lens ve suni göz gibi protezlere odaklanmış bir merkez. Ürettiği gerçek pırlantalı lensler moda ve film sektörü dışında hayırsever kişiler tarafından da satın alınıyor, çünkü bunların geliriyle gözleri de etkileyen bir deri hastalığı olan Stevens-Johnson sendromundan muzdarip yoksul hastalar tedavi ediliyor. Gözdeki görüntüsü azıcık ürkütücü olsa da üretim amacı o kadar güzel ki, hem teknolojisine, hem de yaklaşımına hayranlık duymamak elde değil.
Lensten yanaklara süzülen mücevherat damlaları…
Bir de Eric Klarenbeek gibi tasarım işini, gözün korneasıyla yetinmeyip daha ileri boyutlara taşıyanlar var. Hollandalı sanatçı 2008 yılında kontak lensleri ana işlevlerine ek olarak, onları bir aksesuar gibi düşünüp, aynı sallantılı küpelere benzeyen sallantılı kontak lensler tasarlamış. Tasarımcı hazırladığı kontak lenslere ince bir tel ile minik kristal parçaları ve çiçek figürlü süslemeler bağlamış ve bunları aynı gözyaşı damlaları gibi yanağa doğru indirmiş. Tasarımcının “Göz Mücevheratı Projesi” olarak isimlendirdiği proje kapsamında çektiği mini video, YouTube’da 294,000 kez görüntülenmiş ve çeşitli dünya televizyonlarında yayınlanarak 18 milyon kişi tarafından izlenmiş. Eric Klarenbeek, her ne kadar The Daily Mail’e verdiği bildirimde, bunu deneysel bir çalışma olarak başlattığını ve fakat deneyen kullanıcılardan aldığı olumlu geri bildirimlerle bu tasarımı üretime çevirmeyi planladığını söylese de, hiçbir yerde bunun gerçekleştiğine ilişkin bir bilgi yok…
Issız olmayan ana karada yaşam…
Sözün özü, insanoğlu sürekli bir değişim ve gelişim içinde. Issız bir adaya düşmek Jules Vernes romanlarında kalmış bir çocukluk öyküsüyken, ana karada yaşam hep “Daha iyisini nasıl sağlarım” sorusunun peşinden koşmakla sürdürülüyor.
Nasıl daha iyi görürüm?
Nasıl daha iyi görünürüm?
Nasıl daha iyi hissederim?
Daha iyi hissetmemizi sağlayacak her şeye müteşekkir olmak ise, mutluluğun anahtarlığı. Onu taşıyan anahtarın ıssız ya da değil, olduğumuz her yerde bizimle birlikte olarak gözlerimizi ışıldatması temennisiyle, güzel günler diliyorum.
Fatma Küçüktaş
Opak Lens
İş Geliştirme ve Eğitim Bölümü
*Hipermetropi : Halk arasında “yakını görememek” olarak bilinen göz kusurudur. Gözün normalden kısa olması en önemli nedendir. Hipermetrop gözün uyum gücü azaldıkça hem yakını hem uzağı rahat göremez. Aslında bir hipermetrop ne yakını ne uzağı eforsuz göremeyen kişidir ve bir miyop her yaşta yakını iyi görebilirken uyum gücünü kaybetmiş 40 yaş üstü bir hipermetrop hem uzak hem yakın görüş için düzeltme ihtiyacı hissedecektir.
** Presbiyopi : İnsanlar yaş aldıkça yakındaki nesneleri görmeleri güçleşir, okuma ve yakın çalışma için gözlük kullanmaları gerekir. 40 yaşına gelindiğinde gözün merceği esnekliğini kaybeder ve yakındaki cisimler üzerinde odaklanamaz. Hipermetropiye benzer bir şekilde yakındaki cisimlerden gelen ışınlar retinanın arkasında odaklaşırlar. Presbiyopi orta yaşın kaçınılmaz bir değişikliğidir.
- - - -