Yüzler asılır, tekrar tekrar sorulur o soru! "Sahiden de kız mı oldu?"
Daha bebekken başlar kadın olmanın zorlukları. İstenmezsin doğduğun anda. Yüzler asılır, tekrar tekrar sorulur o soru! "Sahiden de kız mı oldu?"
Gerçi şu an doğum anı da beklenmiyor bu soruyu sormak için. Ultrason cihazı kendini bilmeyen zihniyetler için erkenden veriyor bu haberi... Kimileri için o kötü haberi. Eğer bir babanın ilk çocuğu kızsa mutlaka ikinci de yapılması zorunluluklardandır. İkincide olmazsa üçüncü, dördüncü, beşinci... Amaç eninde sonunda erkek çocuğa kavuşmaktır.
Bir sıfır yenik başlarsın hayata... Hep bir adım geride durursun çocuk bile olsan... Daha çocuk yaşlarda sana biçilen hayatın kuralları hazırlanır, sınırları belli olur. Düşünün çocukken oynanan erkekli kızlı evcilik oyunlarında bile rolün bellidir. Ev hanımısındır ve hep evdesindir. Ben daha rastlamadım hiçbir evcilik oyununda karı koca çalışan bir çift olsun. Veya kendi ayakları üzerinde duran bir kadın olsun. Oyunda bile erkek egemenliği daha o yaşlarda kendini gösterir. Altı üstü bir oyun dersiniz değil mi, oysa o oyunlar belli eder hayatınızın sınırlarını...
Öyle ki; kız çocukları kendilerini bu kalıba çok alıştırırlar. Hayattaki yollarını çizerken çocukken hafızalarına kazınmış mecburi istikametler, yol haritalarını da az çok belli eder bu hayatta. Bırakın imkânları, hayalleri bile kısıtlar bu dayatmalar. Sonunda hep hayalinde mutlu olan bu masum yürekler, gerçekte ise büyük hayal kırıklıkları yaşarlar.
Kız çocuğu ne yazık ki bu kalıbın dışında kendini göremiyor, görse de elinden zaten bir şey gelmiyor. Okul hayatı okuyup meslek sahibi olmasından ziyade, kanunların koyduğu kurallar neticesinde mecburi bir görevden öteye gitmez birçoğu için. Çoğunluğu ilkokul, ortaokul veya en fazla liseye kadar okuyup kendine biçilen 'rol' için sırasını beklemeye başlar. Dedim ya hayaller de kısıtlıdır onlar için. Sonu belli olan bir hayat için daha fazla yıpranmaya ne gerek var düşüncesi ve de aile öğütleri kollarını kanatlarını kırıverir bu hayatta. Seçim yapma şansın kısıtlıysa elindekiyle mutlu olmayı zoraki olsa da öğrenirsin.
Ev hanımı olmak, ya da anne olmak, bunlar kötüdür demiyorum. Kadın yaratılış itibariyle bu özellikleri zaten taşımaktadır. Sorun olan, bu özellikler sadece onun üzerinde yapışıp kalsın çabasında olan zihniyettedir. Oysa bu özelliklerin onun için zorunluluktan ziyade aile birliği içinde paylaşılarak yapılacak işler olabileceği hissettirilse, değer vermenin güzelliği ortaya çıkacaktır. Fakat dünyamızda ona bu farklılığı yaşatacak karşı cins sayısının bu kadar az olduğunu düşününce, bu durumun tersi durumlarla çok daha sık karşılaşmak, esas olanın kendi kendine yetebilen bir birey olmanın daha özel olduğunu göstermektedir. Kaldı ki kadını sadece bu özellikleriyle kısıtlamak bir insana yapılmış en büyüklük haksızlıktır. Kendini gösterebileceği ve daha farklı işler başarabileceği yolları açmak, ona destek olmak varken onu klişeleşmiş bir kalıba sokmak çağdışı bir uygulamadan öteye geçemez, geçmeyecektir de.
Kadın olsun erkek olsun, bir birey ilk olarak kendine yetebilmeli. Kendinde bu gücü görebilmeli. Karşı tarafa da bunu hissettirebilmelidir. Bir birliktelikte veya evlikte mecburiyetlerden daha çok, birbirini sevdikleri için bir arada olan çiftler olmalı. Çünkü kendine güvenen, belli bir gücü kendinde gören kişiler her açıdan güven verirler ve güvende hissederler.
Ama ne yazık ki etrafımıza şöyle bir baktığımızda ataerkil bir toplumda yaşadığımız o kadar açıktır ki, bunun tam aksi tablolar pek çıkmaz karşımıza.
Bizler toplum olarak bu açığımızı yavaş yavaş kapatmaya çalışsak da aynı şartlarda olmayan, aynı koşulları paylaşmayan binlerce kadın küflenmiş beyinlere ev sahipliği yapan karşı cinsin ellerinde heba olup gitmektedir.
Günümüzde her gün bir kadın cinayeti, her gün kadına karşılık yapılan şiddet olayları bunun en büyük göstergesidir. Küçüklüğünden beri kadını kendi himayesinde gören ve her şeyiyle onun yönetebileceği düşüncesiyle büyüyen karşı cins bireyleri olgun yaşlara geldiğinde bunu şiddet yoluyla ortaya çıkarmaktadır. Ne yazık ki bunu durdurabilecek derecede ne bir kanun ne de başka bir sosyal sorumluluk projesi uygulamaya konulamamaktadır. Her ne kadar bazı kesimler tarafından dile getirilip bunu değiştirmek konusunda mesajlar verilip yeni önlemler alınmaya çalışılsa da pek de faydası olmadığı apaçık gözükmektedir.
Çünkü asıl olan bu zihniyeti değiştirmektir. Düşünce yapısı değişmediği, bu dayatmalar bitmediği sürece kadına şiddet de hiçbir zaman bitmeyecektir. Din kisvesi altında kadınlara yapılan dayatmalar, şu an terör estiren karşı cinsin eline katilce verilen sözde haklardan başka bir şey değildir. Bu düşünceyi değiştirecek olan da yine büyük ölçüde kadınlardır. Hayattaki ilk öğretmenimiz annelerimiz bize bunu en güzel şekilde öğreteceklerdir. O yüzden eğitimini tamamlamış, bireysel gelişimini tamamlamış, anne olmanın ve de çocuk yetiştirmenin sorumluluğunu almış donanımlı annelerle toplumuzun düşünce yapısını da böylelikle değiştirmiş olacağız.
Sözün özü bebeklikten itibaren büyük bir ayrımcılığa maruz kalan, hayata bir sıfır yenik başlayan, hep daha çok mücadele etmek zorunda kalan kadınların artık toplumda hak ettikleri yerde olmaları için kollar sıvanmalı, gereken yapılmalıdır. Eğitim hakları ellerinden alınmamalı, kendine olan güvenleri sağlam temeller üzerine oturtulmalıdır. Her kurum (aile- devlet) artık bu sorumluluğun farkına varmalı ve şuurlu nesiller yetiştirilmesi noktasında üzerine düşeni yerine getirmelidir.
Sevgilerle...
Melek Sakaloğlu
İlgili Galeriler