Sivil Toplum Kuruluşu (STK) nedir ve STK yöneticileri nasıl olmalıdır?
Böyle Olmamalı, O Kesin!
Neden olmamalı? Çünkü genel tanıma da aykırı, temsil ettiği anlayışa da aykırı ve maalesef üstlenilen görevin yapısına ve sorumluluğuna da aykırı.
Ama bu yazımda ben “nasıl olmaması gerektiğine” odaklanmayacağım. Çünkü nasıl olmaması gerektiğinin örneklerini sürekli görüyoruz. Nasıl olması gerektiğine odaklanacağım, çünkü sektörümüzün artık ilerlemeye, yol almaya ihtiyacı var. Ve hiç birimizin de saf değiştirenlerin kendilerini kamufle etmek için bize zaman kaybettirmesine izin verme lüksümüz yok.
Beni tanıyan bilir, kimi sever, kimi sevmez; ama tanıyorsa sevmese bile bilir ki ben inandığımı söylerim, savunurum, inandığım konuda gözüm pektir. Ve de her zaman bilgiye dayalı hareket ederim. Varsayımlardan hareket etmem. Bilmenin önemine inanırım. Bilmek için mümkün olduğunca okur, araştırır ve hem kendimi, hem çevremi, hem işimi, hem içinde bulunduğum iş koşullarını geliştirmeye çalışırım.
O yüzden ne yazıyor, ne söylüyorsam bilin ki, bilgiye dayalıdır.
O zaman bu yazıda da bilgi bizim yol göstericimiz olsun.
STK’nın tanımı nedir diye araştırınca birçok bilgi geliyor. Genel tanımı “Türkçe Bilgi” isimli siteden hemen buraya alıntılıyorum:
“STK olarak da bilinen Sivil Toplum Kuruluşları, resmi kurumlar dışında ve bunlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kar amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır.
Sivil Toplum Kuruluşları oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterir. “
O zaman biz optik sektörü mensuplarının bir araya gelip kurduğu Sivil Toplum Kuruluşlarının da kendi tüzükleri çerçevesinde yürüttüğü çalışmalar üç aşağı, beş yukarı bu genel kapsamın içindedir. Bu Sivil Toplum Kuruluşlarının temel amacı sektörün ilerlemesi ve gelişmesi için gerekli çalışmaları yapmak, mevcut sorunlarını dile getirmek ve sektörün gelişmesi yönünde bu sorunları çözmektir. Bu durumda seçilmiş yöneticilerin görev ve sorumlulukları da bu yöndedir.
Seçilmiş yöneticiler doğal olarak sektörün içinden gelen sektör mensubu kişilerden oldukları için kendi iş alanlarındaki belli görev ve sorumluluklarını da birlikte taşımak durumunda olabilirler. Bizim sektörümüz özelinde, bir optisyenlik müessesesi sahibi, ortağı veya çalışanı önce bir sağlık mesleği mensubu, sonra da ticaret erbabı olmak nedeniyle eğer üzerine bir STK yöneticiliği sorumluluğu da almışsa o zaman koşullarını buna göre düzenlemek zorundadır.
Neden “durumundadır” demiyorum da “zorundadır” diyorum? Çünkü ortada bir temsil konusu bulunmaktadır. STK yöneticisi aynı zamanda sektörü temsil eden kişidir. Sektörü temsil eden kişi olarak da her zaman örnek alınır. Örnek alınacak kişinin hem yasalar çerçevesinde, hem de etik davranışlar yönünde model olması kaçınılmazdır.
Çok iyi örneklerin yanında çok kötü örnekler de var. Biz yine “olması gerekenden” hareket edelim.
Optisyenlik Müesseseleri Hakkındaki Yönetmeliğin 4. Maddesinin f şıkkında mesul müdür “optisyenlik müessesesinde optisyenlik mesleğinin icra edilmesinden ve müessesenin faaliyetlerinden bizatihi sorumlu kişi” olarak tanımlanır. Mesul müdürün görev ve yetkileri 13. maddede yer alırken, mesul müdürün kısa süreli ayrılması 14. maddede, geçici mesul müdür tayinini gerektiren haller de 15. maddede verilmiştir.
Sivil Toplum Kuruluşu yöneticileri de eğer mesul müdür olarak çalışmalarına devam ediyorlarsa yönetmelikte belirtilen koşulları yerine getirdikleri sürece korkacakları, panik olacakları herhangi bir durum bulunmamaktadır. Hedefi şaşırtmak için tüm sektörü zan altındaymış gibi göstererek kalabalıkların arasına saklanmak isteyen kişilerin tüm sektörü temsil eden noktalarda bulunmaması gerekir.
Hele ki bu STK yöneticilerinin yönetimde bulundukları sırada, dernek yapısının içinde bir iktisadi işletme kurmak suretiyle, derneğin bağışlardan oluşan yıllık gelirini teminat göstererek ayrı bir ticaret ortamı yaratıp gelir üretmeleri söz konusu ise, tüm optik sektörünün gözlerinin üzerlerinde olmasından daha doğal ne olabilir?
Bu oluşumun optik sektörüne faydası nedir? Dernek içinde iktisadi işletme kurmak kimlere yarar sağlar? Maksat kooperatif getirisiyse, optik sektörünün STK yapılanması içinde kooperatifleri zaten bulunmaktadır. Ayrıca dernek iktisadi işletmesinin gereği nedir? Evet, ben bir cam ve kontak lens toptancısı olarak bunun benim iş alanımda haksız rekabet yarattığını biliyor ve yaşıyorum. Ve benim dışımda da tüm gözlük toptancılarına, çerçeve, cam ve kontak lens toptancılarının karşısına da haksız rekabet olarak çıkıyor. Benim ticaretim açısından sıkıntı yaratan boyutta bir rekabet olmadığı için beni çok etkilemiyor. Hele ki gerçekten yerel bağımsız optisyenlik müesseselerine fayda sağlasa yine bir derece. Ama öyle bir durum ve gereklilik olmadığına göre bu kimlere fayda sağlıyor diye sormamız şart diye düşünüyorum.
Etik olarak doğru bulmadığım her şeyi sorgulayan bir yapım var. Bana zararı olmadığı için susup izleyen bir değilim. Yeri gelmişken yüksek maaşlı görevlere de bir çentik atalım. Dernek iktisadi işletmesi yürüten STK yöneticilerinin, üstüne üstlük bir de kooperatiften yüksek maaş aldığı durumlarda, optik sektörüne karşı bu konudaki sorumluluklarının da bilincinde olmaları gerektiğini düşünüyorum. Siz de öyle düşünmüyor musunuz? Ben baktıkça gönüllülük esasına dayalı bir çalışma prensibinin üzerine inşa edilmiş dört bir yandan gelir üreten bir zihniyetin ayak izlerini görüyorum.
Dikkatli bakın, siz de göreceksiniz.
Sonuç olarak, bir STK yöneticisi mesleğini sürdürüyorsa mesleğinde ve STK yönetiminde, sürdürmüyorsa da yalnızca STK yönetiminde pırıl pırıl, her yönüyle sorumluluklarının tüm gereklerini yerine getirebilen örnek kişi olmalıdır.
Öyle bir örnek olacak ki, yerli ve yabancı firmaların yaptığı tanıtım çalışmalarına katılırken on kere düşünecek. Neden? Çünkü tanıtım çalışmaları “müşterilere” yönelik yapılır. Yabancı firmalar bunun için büyük ödenek ayırır ve yurtdışı kaynaklarını da kullanırlar. Burada işle ilgili sunum ve ürün tanıtımlarından daha çok müşterilerin iyi zaman geçirmesi ve rahatlaması ön planda tutulur. Yerli firmalar ise aynı boyutta pazarlama bütçesine asla sahip olamayacakları için kendi kısıtlı kaynaklarıyla müşterilerine ürün tanıtımı yaparlar, burada hem bütçe hem de yaklaşım ürünlerin görülüp tanınması yönündedir.
Ama ortak olan nokta şudur ki; bu tanıtımlara satış hacimleri büyük olan, yıllık sözleşmelere imza atan ya da ileride büyük hacimle çalışma olasılığı olan müşteriler davet edilir.
STK yöneticileri bu tanıtım çalışmalarına davet aldığında davetin sebebini dikkatle incelemelidir. “Yüksek hacimde iş üretmediğim halde neden çağrılıyorum? Bu yabancı sermayeli kurumun benden bir beklentisi mi var? Ben yerli ve milli sermayeyi destekleyen bir STK oluşumunda görev üstlendiğime göre bu daveti kibarca geri çevirmeliyim ki, kimse tarafından yanlış anlaşılmaya izin vermemiş olayım.”
Haaa durum böyle değil de öteki türlüyse, o zaman bu iç hesaplaşması aşaması çoktan geçilmiş, STK yöneticileri bambaşka bir yöne akmıştır bile. Yani davet edilen STK yöneticileri hacim yapan birer müşteri oldukları için çağrılmışlarsa, o zaman STK yöneticisi olmadıkları zamanlardaki alım boyutunun şimdilerdeki yüksek hacimlere nasıl ulaştığı konusu sektörün aklında bir soru olarak takılır kalır.
“Camdan evde oturanlar başkalarına taş atmamalıdır,” diye bir söz vardır. Ben bir ticaret adamıyım. İşimi en iyi şekilde yapmaya çalışırım. İşime emek veririm, çok çalışırım. Sektörümü severim. Mesleğimi severim. İdealistim. Yasalara saygılıyım. İnsana ve emeğe saygı gösteririm. Gönül bağı kurduğum insanlarla iş birliğim bitse bile bağımı sürdürebilirim. Öyle insan vardır ki tamamen ayrı fikirde olduğum halde haklı bulduğum noktada hakkını teslim ederim. O yüzden bilmeye önem veririm. Bilgi bana yön verir. Yenilikçiyim. Hızlı karar verip, hızlı uygulamaya geçebilirim. Ama aynı zamanda gelenekselimdir de, köklerime bağlıyım. Tüm bu özelliklerim bana bazen avantaj, bazen dezavantaj yaratabilir. Ama bir özelliğim var ki beni her zaman her türlü durumdan, her türlü karalamadan korur. O da olduğum gibi olmaktır, çekineceğim bir durumun olmamasıdır. Bu güvenim şimdiye kadar her işimi yasal ve doğru bildiğim yoldan yapmış olmaktan gelir. O yüzden panik içinde bana ithaf edilen sıfatları duymuyorum bile. Ben ne olduğumu, kim olduğumu biliyorum. Her zaman da bilgiye dayalı hareket ediyorum.
Bana çevremdekiler diyor ki “ne lüzum var bu seviyelere çekilen tartışmaların içine girmeye? Herkes baktığı zaman kimin nerede durduğunu görüyor. Aksiyonlar laflardan daha yüksek seslidir. Siz yaptığınız işle, hareketleriniz ve duruşunuzla zaten biliniyorsunuz. Onlarsa işi magazine çevirip sizin üzerinizden prim yapmaya çalışıyorlar, boşu boşuna herkesin kafası karışıyor.”
Bir yandan bu sözlere hak verirken, bir yandan da sonuçları izliyorum. Bana göre kimsenin kafası karışmıyor aslında. Tam tersine panikleyenlerin çırpınışları daha görünür hale geliyor.
Hata insanidir, herkes hatalar yapabilir, yeri gelince düzeltilir, geçilir. Ama yanlış yapmak bilerek olur, ardında saklı ajandalar ve özel kazanımlar, beklentiler bulunur.
Hata yapan özür diler, düzeltir; yanlış yapan korkar, panikler.
Herkesin gözü önünde olmak kolay değildir. Herkesin gözü önünde olunca yanlış yapmamak gerekir. O yüzden ben yanlışı gördüğümde, bildiğimde herkes de görsün istiyorum. Bir yara varsa tedavi etmek için önce yaraya açıp bakmak lazımdır. Yarası olmayanın korkacağı bir durum yoktur, yarası olan ise kendisine arasında saklanacak kalabalıklar arar ve döner tüm sektörü korkutmaya çalışır. Ancak korku yalnızca yanlış yapanların hayatında bir gerçektir.
Gelelim optik sektörünün STK yöneticisi nasıl olmalı kısmına…
Tüm meslektaşlarıma hayırlı günler diliyorum.
H. Erol Harbi
Opak Lens A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı
Neden olmamalı? Çünkü genel tanıma da aykırı, temsil ettiği anlayışa da aykırı ve maalesef üstlenilen görevin yapısına ve sorumluluğuna da aykırı.
Ama bu yazımda ben “nasıl olmaması gerektiğine” odaklanmayacağım. Çünkü nasıl olmaması gerektiğinin örneklerini sürekli görüyoruz. Nasıl olması gerektiğine odaklanacağım, çünkü sektörümüzün artık ilerlemeye, yol almaya ihtiyacı var. Ve hiç birimizin de saf değiştirenlerin kendilerini kamufle etmek için bize zaman kaybettirmesine izin verme lüksümüz yok.
Beni tanıyan bilir, kimi sever, kimi sevmez; ama tanıyorsa sevmese bile bilir ki ben inandığımı söylerim, savunurum, inandığım konuda gözüm pektir. Ve de her zaman bilgiye dayalı hareket ederim. Varsayımlardan hareket etmem. Bilmenin önemine inanırım. Bilmek için mümkün olduğunca okur, araştırır ve hem kendimi, hem çevremi, hem işimi, hem içinde bulunduğum iş koşullarını geliştirmeye çalışırım.
O yüzden ne yazıyor, ne söylüyorsam bilin ki, bilgiye dayalıdır.
O zaman bu yazıda da bilgi bizim yol göstericimiz olsun.
STK’nın tanımı nedir diye araştırınca birçok bilgi geliyor. Genel tanımı “Türkçe Bilgi” isimli siteden hemen buraya alıntılıyorum:
“STK olarak da bilinen Sivil Toplum Kuruluşları, resmi kurumlar dışında ve bunlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kar amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır.
Sivil Toplum Kuruluşları oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterir. “
O zaman biz optik sektörü mensuplarının bir araya gelip kurduğu Sivil Toplum Kuruluşlarının da kendi tüzükleri çerçevesinde yürüttüğü çalışmalar üç aşağı, beş yukarı bu genel kapsamın içindedir. Bu Sivil Toplum Kuruluşlarının temel amacı sektörün ilerlemesi ve gelişmesi için gerekli çalışmaları yapmak, mevcut sorunlarını dile getirmek ve sektörün gelişmesi yönünde bu sorunları çözmektir. Bu durumda seçilmiş yöneticilerin görev ve sorumlulukları da bu yöndedir.
Seçilmiş yöneticiler doğal olarak sektörün içinden gelen sektör mensubu kişilerden oldukları için kendi iş alanlarındaki belli görev ve sorumluluklarını da birlikte taşımak durumunda olabilirler. Bizim sektörümüz özelinde, bir optisyenlik müessesesi sahibi, ortağı veya çalışanı önce bir sağlık mesleği mensubu, sonra da ticaret erbabı olmak nedeniyle eğer üzerine bir STK yöneticiliği sorumluluğu da almışsa o zaman koşullarını buna göre düzenlemek zorundadır.
Neden “durumundadır” demiyorum da “zorundadır” diyorum? Çünkü ortada bir temsil konusu bulunmaktadır. STK yöneticisi aynı zamanda sektörü temsil eden kişidir. Sektörü temsil eden kişi olarak da her zaman örnek alınır. Örnek alınacak kişinin hem yasalar çerçevesinde, hem de etik davranışlar yönünde model olması kaçınılmazdır.
Çok iyi örneklerin yanında çok kötü örnekler de var. Biz yine “olması gerekenden” hareket edelim.
Optisyenlik Müesseseleri Hakkındaki Yönetmeliğin 4. Maddesinin f şıkkında mesul müdür “optisyenlik müessesesinde optisyenlik mesleğinin icra edilmesinden ve müessesenin faaliyetlerinden bizatihi sorumlu kişi” olarak tanımlanır. Mesul müdürün görev ve yetkileri 13. maddede yer alırken, mesul müdürün kısa süreli ayrılması 14. maddede, geçici mesul müdür tayinini gerektiren haller de 15. maddede verilmiştir.
Sivil Toplum Kuruluşu yöneticileri de eğer mesul müdür olarak çalışmalarına devam ediyorlarsa yönetmelikte belirtilen koşulları yerine getirdikleri sürece korkacakları, panik olacakları herhangi bir durum bulunmamaktadır. Hedefi şaşırtmak için tüm sektörü zan altındaymış gibi göstererek kalabalıkların arasına saklanmak isteyen kişilerin tüm sektörü temsil eden noktalarda bulunmaması gerekir.
Hele ki bu STK yöneticilerinin yönetimde bulundukları sırada, dernek yapısının içinde bir iktisadi işletme kurmak suretiyle, derneğin bağışlardan oluşan yıllık gelirini teminat göstererek ayrı bir ticaret ortamı yaratıp gelir üretmeleri söz konusu ise, tüm optik sektörünün gözlerinin üzerlerinde olmasından daha doğal ne olabilir?
Bu oluşumun optik sektörüne faydası nedir? Dernek içinde iktisadi işletme kurmak kimlere yarar sağlar? Maksat kooperatif getirisiyse, optik sektörünün STK yapılanması içinde kooperatifleri zaten bulunmaktadır. Ayrıca dernek iktisadi işletmesinin gereği nedir? Evet, ben bir cam ve kontak lens toptancısı olarak bunun benim iş alanımda haksız rekabet yarattığını biliyor ve yaşıyorum. Ve benim dışımda da tüm gözlük toptancılarına, çerçeve, cam ve kontak lens toptancılarının karşısına da haksız rekabet olarak çıkıyor. Benim ticaretim açısından sıkıntı yaratan boyutta bir rekabet olmadığı için beni çok etkilemiyor. Hele ki gerçekten yerel bağımsız optisyenlik müesseselerine fayda sağlasa yine bir derece. Ama öyle bir durum ve gereklilik olmadığına göre bu kimlere fayda sağlıyor diye sormamız şart diye düşünüyorum.
Etik olarak doğru bulmadığım her şeyi sorgulayan bir yapım var. Bana zararı olmadığı için susup izleyen bir değilim. Yeri gelmişken yüksek maaşlı görevlere de bir çentik atalım. Dernek iktisadi işletmesi yürüten STK yöneticilerinin, üstüne üstlük bir de kooperatiften yüksek maaş aldığı durumlarda, optik sektörüne karşı bu konudaki sorumluluklarının da bilincinde olmaları gerektiğini düşünüyorum. Siz de öyle düşünmüyor musunuz? Ben baktıkça gönüllülük esasına dayalı bir çalışma prensibinin üzerine inşa edilmiş dört bir yandan gelir üreten bir zihniyetin ayak izlerini görüyorum.
Dikkatli bakın, siz de göreceksiniz.
Sonuç olarak, bir STK yöneticisi mesleğini sürdürüyorsa mesleğinde ve STK yönetiminde, sürdürmüyorsa da yalnızca STK yönetiminde pırıl pırıl, her yönüyle sorumluluklarının tüm gereklerini yerine getirebilen örnek kişi olmalıdır.
Öyle bir örnek olacak ki, yerli ve yabancı firmaların yaptığı tanıtım çalışmalarına katılırken on kere düşünecek. Neden? Çünkü tanıtım çalışmaları “müşterilere” yönelik yapılır. Yabancı firmalar bunun için büyük ödenek ayırır ve yurtdışı kaynaklarını da kullanırlar. Burada işle ilgili sunum ve ürün tanıtımlarından daha çok müşterilerin iyi zaman geçirmesi ve rahatlaması ön planda tutulur. Yerli firmalar ise aynı boyutta pazarlama bütçesine asla sahip olamayacakları için kendi kısıtlı kaynaklarıyla müşterilerine ürün tanıtımı yaparlar, burada hem bütçe hem de yaklaşım ürünlerin görülüp tanınması yönündedir.
Ama ortak olan nokta şudur ki; bu tanıtımlara satış hacimleri büyük olan, yıllık sözleşmelere imza atan ya da ileride büyük hacimle çalışma olasılığı olan müşteriler davet edilir.
STK yöneticileri bu tanıtım çalışmalarına davet aldığında davetin sebebini dikkatle incelemelidir. “Yüksek hacimde iş üretmediğim halde neden çağrılıyorum? Bu yabancı sermayeli kurumun benden bir beklentisi mi var? Ben yerli ve milli sermayeyi destekleyen bir STK oluşumunda görev üstlendiğime göre bu daveti kibarca geri çevirmeliyim ki, kimse tarafından yanlış anlaşılmaya izin vermemiş olayım.”
Haaa durum böyle değil de öteki türlüyse, o zaman bu iç hesaplaşması aşaması çoktan geçilmiş, STK yöneticileri bambaşka bir yöne akmıştır bile. Yani davet edilen STK yöneticileri hacim yapan birer müşteri oldukları için çağrılmışlarsa, o zaman STK yöneticisi olmadıkları zamanlardaki alım boyutunun şimdilerdeki yüksek hacimlere nasıl ulaştığı konusu sektörün aklında bir soru olarak takılır kalır.
“Camdan evde oturanlar başkalarına taş atmamalıdır,” diye bir söz vardır. Ben bir ticaret adamıyım. İşimi en iyi şekilde yapmaya çalışırım. İşime emek veririm, çok çalışırım. Sektörümü severim. Mesleğimi severim. İdealistim. Yasalara saygılıyım. İnsana ve emeğe saygı gösteririm. Gönül bağı kurduğum insanlarla iş birliğim bitse bile bağımı sürdürebilirim. Öyle insan vardır ki tamamen ayrı fikirde olduğum halde haklı bulduğum noktada hakkını teslim ederim. O yüzden bilmeye önem veririm. Bilgi bana yön verir. Yenilikçiyim. Hızlı karar verip, hızlı uygulamaya geçebilirim. Ama aynı zamanda gelenekselimdir de, köklerime bağlıyım. Tüm bu özelliklerim bana bazen avantaj, bazen dezavantaj yaratabilir. Ama bir özelliğim var ki beni her zaman her türlü durumdan, her türlü karalamadan korur. O da olduğum gibi olmaktır, çekineceğim bir durumun olmamasıdır. Bu güvenim şimdiye kadar her işimi yasal ve doğru bildiğim yoldan yapmış olmaktan gelir. O yüzden panik içinde bana ithaf edilen sıfatları duymuyorum bile. Ben ne olduğumu, kim olduğumu biliyorum. Her zaman da bilgiye dayalı hareket ediyorum.
Bana çevremdekiler diyor ki “ne lüzum var bu seviyelere çekilen tartışmaların içine girmeye? Herkes baktığı zaman kimin nerede durduğunu görüyor. Aksiyonlar laflardan daha yüksek seslidir. Siz yaptığınız işle, hareketleriniz ve duruşunuzla zaten biliniyorsunuz. Onlarsa işi magazine çevirip sizin üzerinizden prim yapmaya çalışıyorlar, boşu boşuna herkesin kafası karışıyor.”
Bir yandan bu sözlere hak verirken, bir yandan da sonuçları izliyorum. Bana göre kimsenin kafası karışmıyor aslında. Tam tersine panikleyenlerin çırpınışları daha görünür hale geliyor.
Hata insanidir, herkes hatalar yapabilir, yeri gelince düzeltilir, geçilir. Ama yanlış yapmak bilerek olur, ardında saklı ajandalar ve özel kazanımlar, beklentiler bulunur.
Hata yapan özür diler, düzeltir; yanlış yapan korkar, panikler.
Herkesin gözü önünde olmak kolay değildir. Herkesin gözü önünde olunca yanlış yapmamak gerekir. O yüzden ben yanlışı gördüğümde, bildiğimde herkes de görsün istiyorum. Bir yara varsa tedavi etmek için önce yaraya açıp bakmak lazımdır. Yarası olmayanın korkacağı bir durum yoktur, yarası olan ise kendisine arasında saklanacak kalabalıklar arar ve döner tüm sektörü korkutmaya çalışır. Ancak korku yalnızca yanlış yapanların hayatında bir gerçektir.
Gelelim optik sektörünün STK yöneticisi nasıl olmalı kısmına…
- Dürüst olmalı.
- Üzerine aldığı yetki ve sorumlulukların bilincinde olarak hareket etmeli.
- Sektörü temsil ettiğinin farkında olarak örnek alındığını bilmeli ve ona göre hareket etmeli.
- STK yöneticiliğinden kendi ticaretine kazanç üretmemeli. Ama elbette bunun tersi olabilir. Kendi ticaretinin gücünü sektörün faydasına olacak işlerde kullanabilir.
- Sektörünün ihtiyaçlarını bilmeli. Ona uygun gelişmeleri sağlayabilmeli. Sorunları görecek, gösterecek ve çözecek güçte olmalı.
- Sektörün yabancı sermayenin eline geçmesinin önüne geçmeli, yatayda büyümeyi ve gelişmeyi sağlayabilmeli.
Tüm meslektaşlarıma hayırlı günler diliyorum.
H. Erol Harbi
Opak Lens A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı
İlgili Galeriler