Uyanıp gözlerimizi açtığımızda milyonlarca rengi de algılamaya başlıyoruz. Denizin, havanın, evin her şeyin başka bir rengi var.
Peki, bu gördüklerimizi duyabiliyor olsaydık ne olurdu? Aslında bunu yapabilen biri var: Neil Harbisson.
Neil, doğuştan akromatopsi yani bir çeşit renk körlüğü hastası. Bir süre öncesine kadar dünyayı sadece siyah, beyaz veya gri olarak görüyordu. Bir bilgisayar uzmanıyla yaptıkları elektronik göz sayesinde, artık renkleri duyarak algılayabiliyor. Aslında bu elektronik göz, başın arkasından öne kadar kafatasını kaplayan bir anten. Bu anten, gözün algılayamadığı renklerin frekanslarını topluyor ve onların başın arkasındaki çipe gönderiyor. Rengin sesini, kemiğin içinde duymanızı sağlıyor. Böylece renkleri hala göremeseniz bile tonlarını duyarak ayırt edebiliyorsunuz. Normal duyduğumuz sesler gibi değil elbette ki. Bir nevi renkleri düşünmek gibi. Bu göz sayesinde morun, sarının hatta insanların yüzlerinin bile renklerini duyulabiliyor.
Tabii burada bahsettiğimiz sadece insan gözünün görebildiği renkler değil. Aynı zamanda kızılötesi ve morötesi ışınları görmenizi de sağlıyor. Yani birinin odada hareket ettiğini ya da güneşlenmek için iyi bir gün olup olmadığı ‘görebiliyorsunuz’. Aslında bir nevi trans tür yaratılmış oluyor. Film ve dizilerde gördüğümüz ‘sayborglar’ gerçeğe dönüyor yani. Çünkü diğer türlerde olup bizde bulunmayan beceriler de bir parçamız haline gelmiş oluyor. Beyin bunu, bir süre sonra yazılım olarak algılamayı bırakıp vücudun bir parçası haline getiriyor. Öyle ki sesler de, renkler gibi titreşimler şeklinde algılanmaya başlanabiliyor.
Teknolojiyi vücudumuzun bir parçası olarak kullanabilseydik ne olurdu? Bu elektronik göz, tam da bu sorunun cevabı. İnsanın doğaya uyum sağlama çabasının yeni ürünü.
Kaynak: Hürriyet
İlgili Galeriler