Duyarsız Kalmayalım, Çevremizi Koruyalım..
Doğal Çevre
Gelişen teknolojiler, yaşamımıza kattığımız konfor, yemekten hoşlandığımız çeşit çeşit yiyecekler, giymekten mutluluk duyduğumuz kıyafetler ve dahası... Gelişen dünya ile birlikte, çoğalan ve her geçen gün de artmaya devam eden çevre kirliliğine hazırlanan zeminler gün geçtikçe daha büyük tehlike sinyalleri vermektedir.
İnsanoğlu; hırsları uğruna çevreye zarar vermeye devam ediyor ne yazık ki. Gitgide kirlenen çevrede insan sağlığı önemsenmediği gibi, yaşayan diğer canlılar da yok olmaktadır. Doğanın dengesi gitgide bozulmakta, telafisi mümkün olmayan sorunlar ortaya çıkmaktadır.
Tüketim çağının bireyler üzerindeki kötü etkileri tartışıla dursun, çevremiz üzerindeki etkileri tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Her şeyi çabucak tüketmeye alışık olan bireyler, çevre bilincinin ne demek olduğu bilmemektedirler. Kendi rahatı ve konforunu düşünen bu anlayıştaki insanlar, ortaya koymuş oldukları kötü davranışlar ile nelere sebep olduklarını göremiyorlar.
Çevre deyince ne anlıyoruz? Çevremizde neyi görüyoruz? Nedir bu çevre kirliği? Çevre kirliliği sadece yaşadığımız bölge ile mi sınırlıdır? Şu ana kadar gerçek anlamda çevre kirliliği konusunda düşündük mü? Ya da hiç çevreyi kirlettiğimizi düşündük mü?
Çevreyi hayatın var olabilmesinde en büyük rolü oynayan doğal, kültürel ve toplumsal oluşum diye açıklamak yerinde olacaktır. İnsanoğlu doğduğu andan itibaren çevresinde olup biteni anlamaya çalışır. Sonrasında anlayabildiği kadar anlar ve o çevre şartlarında kendi hayatını şekillendirmeye başlar. Bizler, ailelerimizden daha küçük yaşlarda çevre ile ilgili eğitimler almaya başlarız. O yüzden eğitimin insan gelişimindeki rolü tartışılmazdır.
Gelinen bugünkü noktada, çevre kirliliğine bakış açılarının farklılık gösterdiğini görebiliyoruz. Örneğin küçücük çocukların çöplerin yerlere değil de çöp kutularına atılması gerektiğinin bilincinde oldukları fakat koca koca insanların, büyük büyük fabrikalarının atık sularını hiçbir arıtmadan geçirmeden doğaya bıraktığı bir zamanda yaşamaktayız. Şahsi menfaatlerin, toplum menfaatlerinin önüne geçmeye devam ettiği ve "ben yaşayayım da kim ölürse ölsün" mantığı hâkim olduğu sürece, çevre kirliğinin sonu gelmeyeceği aşikârdır. Öyle ki; bu zihniyetteki insanlar çevreyi acaba kirletiyoruz mu sorusunu hiçbir zaman sormamış varlıklardır.
Bazı gruplar da vardır ki; çevre ile ilgili yapmaları gerekenlerin sadece yaşadıkları çevreyle sınırlı olduklarını düşünmektedirler. Bu düşüncedeki kişiler genelde oturdukları yerde farklı, aktivite veya gezmek için gittikleri yerlerde farklı davranırlar (piknik, kamp, yolculuk vs.). Ve bazı devletler vardır ki ülkelerindeki nükleer santrallarının kaza ihtimaline karşın güvenlik önlemlerini tam olarak almadıklarından yaşanan kazaların bedelini çevre ülkelere ödetirler. 1986 Ukrayna, Çernobil faciası unutulmaz örneklerdendir. Öyle ki; bu felaketten sonra Karadeniz bölgesinde yaşayan vatandaşlarımız olumsuz etkilenmiştir. Bunun olumsuz sonuçları günümüzde ölümcül hastalıklarla ve sakat doğum olayları ile gün yüzüne çıkmaktadır. Yakın zamanda 2011 yılında Japonya'da yaşanan 9.0 büyüklüğündeki depremin ardından oluşan tsunami nedeniyle 'Fukuşima Daiçi' nükleer santralı'nda reaktör patlaması yaşanmıştır. Sızan nükleer sızıntının boyutunun Çernobil Faciasında ortaya çıkan radyasyonla aynı ölçüde olduğu Japon yetkililer tarafından açıklanmıştır.
Bu noktada hassas düşünce yetisini kaybetmiş kişiler en tehlikeli olanlardır bana göre. Zira hayatında hassas düşünmeye hiç yeltenmemiş kişilerin çevreyi ve çevre kirliliğini umursayacaklarını farz etmek iyimser bir beklenti olacaktır ne yazık ki!
Bunların tümünü bir araya getirdiğimizde, günümüzde çevre kirliliğini meydana getiren oluşumun, ancak bireylerin ve buna bağlı olarak toplumların düşünce yapısını değiştirebildiğimizde olumlu olarak sonuç alabileceğimiz gerçeğidir.
Günümüzde çevre sorunlarının belli başlı nedenleri bulunmaktadır. Ve her sorunun temelinde yine insan faktörü yatmaktadır. Bunları özetleyecek olursak; su kirliliğine sebep tarımsal, endüstriyel ve evsel atıklar, hava kirliliğine sebep fabrikalar, taşıtlar, enerji santralları, yakıtlar ve yakıcılar, gürültü kirliliğine sebep inşaatlar, eğlence anlayışı, uçaklar, trenler ve otomobiller, koku kirliliğine sebep kâğıt fabrikaları, şeker fabrikaları, balıkhaneler ve kesimhaneler, çöplük yangınları, toprak kirliliğine sebep yanlış bilinçsiz tarım ilaçları ve fazla gübreleme, bunların dışında hafriyat ve inşaat atık malzemeleri, çöp birikintileri en göze batan nedenler arasında sıralanmaktadır. Bu eylemlerin gerçekleşmesi sürecini insanoğlunun yaptığını düşünürsek, en büyük eksiklerin eğitim ile birlikte sayılabilecek olan çevrenin öneminin ve kıymetinin bilinmemesidir diyebiliriz.
Çevre sorununu küresel düşünmek olaya daha evrensel yaklaşmak adına iyi bir adım olacaktır. Çünkü çevre kirliliği sorunu sadece ülkemiz için değil bütün dünya için tehlike oluşturmaktadır. Dünya kaynakları hor bir şekilde kullanıldığı sürece, hızla artan nüfus ile orantılı olarak temiz su bulmak ve gıda ihtiyaçlarında tıkanmakla ilgili zorlu yılların geleceği apaçık bellidir. Yaşadığımızda bu çağda Afrika ülkeleri hala susuzlukla kırılmaktadır. Bir bidon su için kilometrelerce yol kat eden Afrikalı insanların yaşam koşulları son derece kötüdür. Bulunan suyun bile sağlıksız olduğu ve çeşit çeşit hastalıklara davetiye çıkardığı bir gerçektir. Maalesef ki temiz suya ulaşamayan Afrikalılar ölümcül hastalıklar nedeniyle hayatlarını kayıp ediyorlar. Dünya genelinde de durum hiç iç acıcı değildir. Her yıl 1 milyar insan temiz su bulamadığı için hayata gözlerini yummaktadır.
Ülkemiz yer altı kaynakları ve toprak açısından zengin bir bitki örtüsüne sahip olsa da bilinçsiz tüketimler ülkemizi de tehdit etmektedir. 2025 yılında ülkemiz nüfusunun 92 milyona ulaşacağı tahminleri gösteriyor ki, gelecekte çevre sorunları ve su sıkıntılarıyla daha çok karşılaşacağımız kaçınılmaz olacaktır.
Sosyal Çevre
Sosyal çevre kirliliği de doğal çevre kirliliği kadar olmasa da onu yakından takip edecek kadar fazladır. Yaşadığımız dünyada sosyal çevre kirlilikleri de gitgide çoğalmaktadır. Kendisine saygısı olmayan bireylerin topluma saygı göstermemesi, incelik ve nezaket kurallarının yok sayılması, toplumun düzen ve kurallarını bozacak olayların hızlıca artış göstermesi, başka toplumların kötü taraflarının özenti haline getirilmesi en belirgin sorunların başında gelmektedir. Kendi kültürümüzün özlerinden gitgide kopmaya başladığımız birçok çevrede hissedilmektedir. Sosyal çevrenin bozulmasında belki de en büyük etken aile kurumunun bozulmasıdır. Bir milleti dıştan yıkamayan devletlerin, iç konularına saldırarak milletleri nasıl heder ettikleri tarih sayfalarında yerini almaktadır. O, yüzden sosyal çevreyi etkileyen aile kurumun sağlam duruşu gelecek nesiller ve sosyal çevre açısından oldukça önemlidir.
Kültürel Çevre
Doğal çevreyi ve sosyal çevreyi korumadaki başarısızlıklarımız kültürel çevrede de kendini göstermiştir. İnsanoğlu yüzyıllar boyunca geliştirdiği uygarlıkların bir sonucu olan kültürel çevreyi, yine kendisi yıkmaya ve talan etmeye çalışmaktadır. Ülkemizin her bölgesi kültürel açıdan oldukça zengindir. Ülkemizin hangi coğrafyasına gidersek gidelim bizi farklı bir kültür ve geçmiş kültürlerin bıraktıkları eserler karşılar. Her birinin kültür mirasımızda ayrı yeri olan bu eserleri korumaya da maalesef geç kalmış bir ülkeyiz. Kültürel çevreyi korumak adına adımlar geç atılmıştır. 1906 yılında çıkartılan 'Asarı Atika Nizamnamesi' ile ilk adım atılmıştır. Bunu takiben '1973 yılında Eski Eserler Kanunu' çıkmış ve sonrasında da 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu' 1983 yılında yürürlüğe girerek kanun yeniden düzenlemiştir. Fakat bireylerin bu konulardaki bilgisizliği ve bireysel hırsları birçok tarihi yerin tahrip edilmesine neden olmuştur.
Kültürel çevreyi açıklamak için kültür varlıkları ve sit alanları gibi bazı kavramlar kullanılmaktadır. Tarihsel devirlere ait kültür içinde; din, bilim ve güzel sanatlar yer üstündeki kültür varlıklarını, yer altındaki taşınır-taşınmaz bütün varlıklar da yer altı kültür varlıklarını ifade eder. Tarih boyunca ve öncesinden günümüze kadar gelmiş farklı uygarlıkların ürünü olan sit kavramı; yaşanılan dönemlerin ekonomik, sosyal ve mimari özelliklerini yansıtan kentler ve kent kalıntıları olarak önemli tarih olaylarının geçtiği yerler olarak bilinmektedir. Bu yerler sit alanı olarak korunma altına alınmaktadırlar.
Yaşamın sürekliliği ve sağlıklı olması açısından Doğal Çevre, Sosyal Çevre ve Kültürel Çevre çok iyi korunmalıdır. Korumak bilgisi her kurum ve iletişim yollarıyla insanlara duyurulmalı farkındalık yaratılmalıdır. Çevre bilinci aşılanmalı, bir yaşam şekline dönüşmesi için gerekenler yapılmalıdır.
Birleşmiş Milletlerin 1972 yılında İsveç'in Stockholm kentinde yaptığı konferansta çevre sorunları ele alınmıştır. Bu konferans neticesinde çevre kirliliğine karşı Birleşmiş Milletlere üye ülkelerle beraber ortak çözüm yolu aramışlardır. Ayrıca konferansta 5 Haziran gününün 'Dünya Çevre Günü 'olması kararlaştırılmıştır. Bu nedenle her yıl 5 Haziran Birleşmiş Milletlere üye ülkelerde Dünya Çevre Günü olarak kabul edilir. Ülkemizde de 1978 yılında 'Türkiye Çevre Sorunları Vakfı ' ve sonrasında 'Çevre Müsteşarlığı' kurulmuştur. 5-11 Haziran tarihlerini, Çevre Müsteşarlığı Çevre Koruma Haftası olarak kabul etmiştir. Çevre Koruma Haftasında ülke genelindeki okullarda çevre bilinci aşılanmaya çalışılmakta, radyo, televizyon ve diğer basın yayın organlarından çevre duyarlılığına dikkat çekmek için yayınlar yapılmaktadır.
Sevgilerle...
Melek SAKALOĞLU
İlgili Galeriler