Doktorun her türlü kusurundan sorumlu olması, tabiplik mesleğinin risklerini de adeta gözler önüne sermektedir.
MALPRAKTİS DAVALARI VE HEKİMİN HUKUKİ SORUMLULUĞUNA GENEL BAKIŞ
Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları, md.13’ e göre malpraktis (malpractice); "bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeni ile bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulanmasıdır". Doktor, hastane ve diğer sağlık çalışanlarının yanlış sağlık uygulamaları, halk arasındaki deyimiyle doktor hatasıdır.
Dünya Tabipler Birliğine göre de, malpraktis; "hekimin tedavi sırasında standart, güncel uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavisini vermemesiyle oluşan hasardır".
Hastanın, hekimin bilgisizliği, deneyimsizliği yahut ilgisizliği sebebiyle uğradığı zararın karşılanması talebiyle tazminat davası açma hakkı vardır. Hekimlik Meslek Etiği Kuralları, hekimin ödevini madde 5’de açıklamıştır. Buna göre “Hekimin öncelikli görevi, hastalıkları önlemeye ve bilimsel gerekleri yerine getirerek hastaları iyileştirmeye çalışarak insanın yaşamını ve sağlığını korumaktır. Meslek uygulaması sırasında insan onurunu gözetmesi de, hekimin öncelikli ödevidir. Hekim, bu yükümlülüklerini yerine getirebilmek için, gelişmeleri yakından izler.” Doktorun hastasına karşı bakım ve tedavi görevi bulunmakla beraber, bu görevi yerine getirirken insan onurunu gözetmesi de şart koşulmuştur.
Doktorun her türlü kusurundan sorumlu olması, tabiplik mesleğinin risklerini de adeta gözler önüne sermektedir. Öyle ki, en sık karşılaşılan hekim hataları pasif hareketle gerçekleşebilen ilgisizlik, ihmal durumlarıdır. Hekimler tıbbi müdahaleyi ihmalden başlayarak kusurun en ağır derecesi sayılan ağır ihmal durumuna dek bütün hareketlerinden uzman bilirkişilerce tespit edilecek kusurları oranında sorumlu tutulabileceklerdir. Bu sebeple, hekim, tedavi görevini en iyi şekilde yerine getirmelidir. Aksi takdirde hastanın veya yakınlarının açtığı tazminat davası nedeniyle tazminat ödemek zorunda kalabileceği gibi eylemlerinin suç oluşturması halinde cezai sorumluluğu da söz konusu olabilir. Hâlihazırda uzmanlık gerektiren aynı zamanda mesleki riski yüksek bir meslek icra eden hekimlerin, alanında uzman hukukçular tarafından hukuki ve cezai manada bilgilendirilmesi ise yapılan hataları en aza indirgemek için oldukça gereklidir.
“Davacı davalının yanlış tedavisi sonucu sağ gözünün göremez olduğunu ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Hükme dayanak alınan, Yüksek Sağlık Şura'sının Raporunda ise davalıların kusursuz oldukları bildirilmiş ise de raporda yeterli gerekçe bulunmamaktadır. Her iki rapor birlikte değerlendirildiğinde, kurul raporu, kendi içinde çelişkili bulunduğu gibi Yüksek Sağlık Şura raporu ile de çelişmektedir. Yine Yüksek Sağlık Şurası raporu açıklamalı ve gerekçeli değildir. Öyle olunca bu rapora itibar edilerek hüküm kurulamaz. Bu nedenlerle, mahkemece, dosya içindeki tüm raporlar, kurul raporu, Yüksek Sağlık Şura raporu hastanın geçmişte var ise raporları, davalı hastanedeki ilk muayene ve bundan sonraki tüm tabela ve müşahede kağıtları, ameliyat ve kontrollere ilişkin evraklar hep birlikte değerlendirilerek Üniversite Öğretim Üyelerinden oluşturulacak konusunda uzman üç kişilik bilirkişi kurulundan her bir raporun içeriği, sonuçları, birlikte gerekçeli şekilde tartışılarak, davacının maluliyeti hususunda, tedavisini üstlenen doktor ve hastaneye atfı kabil bir kusur olup olmadığı konusunda rapor alınarak, davalı doktorun en hafif kusurunun belirlenmesi halinde tazminatla sorumlu olduğu kabul edilip, sonucuna uygun bir karar verilmelidir.”(T.C. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2005/11653 K. 2005/17791 T. 1.12.2005)
Hekimin sorumluluğu karşısında, hastanın da hekimin önerdiği tedaviyi reddetmemesi, doktorun talimatlarına uygun biçimde davranması gerekmektedir. Hekimin ise önerdiği tedavi tıp literatüründeki terimleri günlük dilde, karşısındaki hastanın tedaviyi ve sonuçlarını kavrayabileceği bir şekilde açıklaması zorunludur. Günlük hayatta, hastanın eğitim seviyesi, sosyal ve ekonomik sebepler, hekimin hasta ilişkileri konusunda hassas davranmaktan kaçınması gibi unsurlar hasta- hekim iletişimini zorlaştırmaktadır. Hekim hastayı aydınlatma ödevini, öncelikle kendisinin ve meslek değerlerinin hukuken koruması olarak görmelidir.
Doktor ile hasta arasındaki hukuki ilişki aslen vekalet sözleşmesi olarak kabul edilir, ancak bazı durumlarda hizmetin gereği dikkate alındığında eser sözleşmesinin varlığı kabul edilmektedir. Vekalet sözleşmesinin gereği olarak doktor, mesleğini yerine getirirken özenle davranmalıdır. Bu husus Yargıtay kararlarında açık bir biçimde belirtilmektedir:
"Doktor hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Hasta (doktordan) tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir".
Doktorun hastasına karşı maddi ve manevi tazminat sorumluluğu, sağlık hukukunun günlük hayatta en çok karşılaşılan konularından biridir. Doktor, tıbbi müdahaleden önce, hastanın rızasını almalıdır. Fakat bu rıza sıradan onay değildir. Doktor, hastalığa ilişkin tüm bilgileri, tedavinin tüm aşamalarını anlayacağı bir şekilde hastasına anlatmalı; tedavi sonrasında oluşabilecek tüm ihtimalleri hastaya açıklamalıdır. Hasta ancak tüm risklerini ve faydalarını anlamlandırdığı bir tedaviyi kabul edebilir. Bu rıza niteliklidir, “aydınlatılmış rıza(onam)” dır. Yüzeysel açıklamalar üzerine verilen bir rıza, hukuken "aydınlatılmış onam" sayılmaz. Aydınlatılmış onam alınmasıyla birlikte tıp biliminin tüm gerekleri ve kuralları uygulanarak yapılan tıbbi müdahale hukuka da uygun hale gelecektir.
Türkiye’nin de 4 Nisan 1997 tarihinde imzalamış olduğu Sağlık Hukukunun ulusalüstü standartlarını belirleyen önemli sözleşmelerden biri olan İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi'nin muvafakat bölümünün 5.maddesine göre; "Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir". Bu nedenle; hastasını yeterince aydınlatmayan doktorun uyguladığı tedavi sonucu ortaya çıkan komplikasyondan hekimin maddi manevi sorumluluğuna gidilebilir. Meydana gelen zarar çoğunlukla uzman bilirkişilerce tespit edilir.
Yargıtay da, komplikasyon nedeniyle açılan davalarda "doğabilecek komplikasyonlara karşı hastanın bilgilendirilip bilgilendirilmediğini" mutlaka araştırmaktadır. Doktor komplikasyon konusunda hastasını bilgilendirmediyse, hastalık ve tedavinin niteliğine göre, doktorun sorumluluğu ortaya çıkabilir. Ameliyatlar öncesi hastalara imzalatılan evraklar aydınlatılmış onam içindir. Ancak aydınlatılmış onam evraklarının çok fazla teknik terim içerdiği, küçük puntolarla yazılmış olmaları nedeniyle anlaşılarak okunmasının zor olduğu uygulamada sık karşılaşılan sorunlardandır. Hastanın anlayabileceği dilden uzak olan teknik terimlerle dolu küçük puntolu evrakların hastayı aydınlatmadığı açıktır. Yalnızca bu evrakların hastaya ibraz edildiği savunması hastanın aydınlatıldığına dair hekimlerin ispatına yaramaktan oldukça uzaktır. Diğer yandan aydınlatılmış onam evrakı sadece komplikasyon halinde doktora karşı açılacak tazminat davasında doktorun sorumluluğunu ortadan kaldırabilir. Ancak açık ve anlaşılabilir bir metin hazırlanması, hastanın anlayabileceği bir dille yazılmış olması, gerektiği halde sözlü bilgilendirme yapılması oldukça önemlidir.
Uzman hukukçular tarafından hastalık, uygulanan tedavi, oluşan komplikasyonun niteliği doğru bir şekilde değerlendirilerek tazminat davası açılıp açılmayacağı değerlendirilir ve bu değerlendirme sonucunda tazminat davası açılması karar verildiği takdirde, uzman avukat ve doktorların incelemesiyle tazminat davasında talep edilecek maddi ve manevi zararın miktarı belirlenir. Kamu hastanelerinde hizmet vermekte olan hekimlerin hizmet kusurları sebebiyle idare aleyhine dava açılacaktır. Anayasa'nın 129/5. maddesi gereğince memurların ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ilişkin davaların idare aleyhine açılması gerekir. Ancak idare aleyhine dava açılabilmesi eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlıdır. İdarenin hizmet kusuru dışında, davalı gerçek kişilerin hizmetten ayrılabilen kişisel kusur oluşturabilecek davranışları bulunup bulunmadığı araştırılarak varılacak sonuca göre görevli mahkemeye karar verilir.
“Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri -kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine açılabileceği benimsenmiştir. Ne var ki, bu kural mutlak olmayıp; idari yetkilerin kullanılma alanı ile, eş anlatımla, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Özellikle, haksız eylemlerde; kamu görevlisinin, Anayasa'nın bu güvencesinden yararlanma olanağı bulunmamaktadır.” (T.C. YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ E. 2007/8843 K. 2007/10537 T. 20.9.2007)
Öte yandan özel muayenehanelerde yahut özel hastanelerde hizmet veren hekimlere karşı şartlarına göre vekalet ve eser sözleşmesi hükümlerine dayanılarak adli mahkemelerde dava ikame edilecektir.
“Uyuşmazlık; vakıf üniversitesi hastanesinde verilen tedavi hizmetinden zarar gördüğü iddiasıyla açılan tazminat davasının adli yargı yerinde mi yoksa idari yargı yerinde mi görülmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır. Kamu tüzel kişisi olarak kanunla kuruldukları ve kamu hizmeti sundukları tartışmasız olan vakıf üniversitelerinin hastanelerinin, Devlet üniversiteleri hastanelerinden farklı tutulması hukuken olanaksızdır. Bu bağlamda, sağlık hizmetinin sunulmasından kaynaklanan zararların da, tazmin sorumluluğunun doğup doğmadığının, idari yargı yerince hizmet kusuru ilkesi kapsamında incelenerek karar verilmesi gerekir. Bu durumda, davacının yanlış tedavi sonucu zarar gördüğünden bahisle uğranılan zarar karşılığı maddi ve manevi tazminatın ödenmesi istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevinde bulunması nedeniyle, adli yargının görevine girmediği gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddi yolunda mahkeme kararı isabetlidir.” (T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2014/13-566 K. 2015/1339 T. 13.5.2015)
Malpraktis vakıalarının azımsanmayacak bir kısmında hekimlerden ziyade hastane organizasyonlarının sorumluluğu bulunmaktadır. Türkiye’de yaklaşık 14 malpraktis davasından hasta ve hasta yakınları ancak birini kazanmaktadır. Yaklaşık 120 bin hekimin görev yaptığı kabul edildiğinde, ölüm nedeni ile şikâyet edilen ve hakkında dava açılan hekim oranı %1’in altındadır. Adli tıbbın verilerine göre, bir yılda hakkında kusur bulunan hekim sayısı 100’dür.Dolayısıyla Türkiye’de 120 bin hekimin 1000’i hakkında dava açılmaktaysa sadece 100’ü hakkında kusur kararı çıkıyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri de, ölüm nedeni ile hekimlerin suçlanmasına karşın, olayın aslında bir organizasyon kusuru olmasıdır.
Av. Suat ŞİMŞEK
Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları, md.13’ e göre malpraktis (malpractice); "bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeni ile bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulanmasıdır". Doktor, hastane ve diğer sağlık çalışanlarının yanlış sağlık uygulamaları, halk arasındaki deyimiyle doktor hatasıdır.
Dünya Tabipler Birliğine göre de, malpraktis; "hekimin tedavi sırasında standart, güncel uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavisini vermemesiyle oluşan hasardır".
Hastanın, hekimin bilgisizliği, deneyimsizliği yahut ilgisizliği sebebiyle uğradığı zararın karşılanması talebiyle tazminat davası açma hakkı vardır. Hekimlik Meslek Etiği Kuralları, hekimin ödevini madde 5’de açıklamıştır. Buna göre “Hekimin öncelikli görevi, hastalıkları önlemeye ve bilimsel gerekleri yerine getirerek hastaları iyileştirmeye çalışarak insanın yaşamını ve sağlığını korumaktır. Meslek uygulaması sırasında insan onurunu gözetmesi de, hekimin öncelikli ödevidir. Hekim, bu yükümlülüklerini yerine getirebilmek için, gelişmeleri yakından izler.” Doktorun hastasına karşı bakım ve tedavi görevi bulunmakla beraber, bu görevi yerine getirirken insan onurunu gözetmesi de şart koşulmuştur.
Doktorun her türlü kusurundan sorumlu olması, tabiplik mesleğinin risklerini de adeta gözler önüne sermektedir. Öyle ki, en sık karşılaşılan hekim hataları pasif hareketle gerçekleşebilen ilgisizlik, ihmal durumlarıdır. Hekimler tıbbi müdahaleyi ihmalden başlayarak kusurun en ağır derecesi sayılan ağır ihmal durumuna dek bütün hareketlerinden uzman bilirkişilerce tespit edilecek kusurları oranında sorumlu tutulabileceklerdir. Bu sebeple, hekim, tedavi görevini en iyi şekilde yerine getirmelidir. Aksi takdirde hastanın veya yakınlarının açtığı tazminat davası nedeniyle tazminat ödemek zorunda kalabileceği gibi eylemlerinin suç oluşturması halinde cezai sorumluluğu da söz konusu olabilir. Hâlihazırda uzmanlık gerektiren aynı zamanda mesleki riski yüksek bir meslek icra eden hekimlerin, alanında uzman hukukçular tarafından hukuki ve cezai manada bilgilendirilmesi ise yapılan hataları en aza indirgemek için oldukça gereklidir.
“Davacı davalının yanlış tedavisi sonucu sağ gözünün göremez olduğunu ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Hükme dayanak alınan, Yüksek Sağlık Şura'sının Raporunda ise davalıların kusursuz oldukları bildirilmiş ise de raporda yeterli gerekçe bulunmamaktadır. Her iki rapor birlikte değerlendirildiğinde, kurul raporu, kendi içinde çelişkili bulunduğu gibi Yüksek Sağlık Şura raporu ile de çelişmektedir. Yine Yüksek Sağlık Şurası raporu açıklamalı ve gerekçeli değildir. Öyle olunca bu rapora itibar edilerek hüküm kurulamaz. Bu nedenlerle, mahkemece, dosya içindeki tüm raporlar, kurul raporu, Yüksek Sağlık Şura raporu hastanın geçmişte var ise raporları, davalı hastanedeki ilk muayene ve bundan sonraki tüm tabela ve müşahede kağıtları, ameliyat ve kontrollere ilişkin evraklar hep birlikte değerlendirilerek Üniversite Öğretim Üyelerinden oluşturulacak konusunda uzman üç kişilik bilirkişi kurulundan her bir raporun içeriği, sonuçları, birlikte gerekçeli şekilde tartışılarak, davacının maluliyeti hususunda, tedavisini üstlenen doktor ve hastaneye atfı kabil bir kusur olup olmadığı konusunda rapor alınarak, davalı doktorun en hafif kusurunun belirlenmesi halinde tazminatla sorumlu olduğu kabul edilip, sonucuna uygun bir karar verilmelidir.”(T.C. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2005/11653 K. 2005/17791 T. 1.12.2005)
Hekimin sorumluluğu karşısında, hastanın da hekimin önerdiği tedaviyi reddetmemesi, doktorun talimatlarına uygun biçimde davranması gerekmektedir. Hekimin ise önerdiği tedavi tıp literatüründeki terimleri günlük dilde, karşısındaki hastanın tedaviyi ve sonuçlarını kavrayabileceği bir şekilde açıklaması zorunludur. Günlük hayatta, hastanın eğitim seviyesi, sosyal ve ekonomik sebepler, hekimin hasta ilişkileri konusunda hassas davranmaktan kaçınması gibi unsurlar hasta- hekim iletişimini zorlaştırmaktadır. Hekim hastayı aydınlatma ödevini, öncelikle kendisinin ve meslek değerlerinin hukuken koruması olarak görmelidir.
Doktor ile hasta arasındaki hukuki ilişki aslen vekalet sözleşmesi olarak kabul edilir, ancak bazı durumlarda hizmetin gereği dikkate alındığında eser sözleşmesinin varlığı kabul edilmektedir. Vekalet sözleşmesinin gereği olarak doktor, mesleğini yerine getirirken özenle davranmalıdır. Bu husus Yargıtay kararlarında açık bir biçimde belirtilmektedir:
"Doktor hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Hasta (doktordan) tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir".
Doktorun hastasına karşı maddi ve manevi tazminat sorumluluğu, sağlık hukukunun günlük hayatta en çok karşılaşılan konularından biridir. Doktor, tıbbi müdahaleden önce, hastanın rızasını almalıdır. Fakat bu rıza sıradan onay değildir. Doktor, hastalığa ilişkin tüm bilgileri, tedavinin tüm aşamalarını anlayacağı bir şekilde hastasına anlatmalı; tedavi sonrasında oluşabilecek tüm ihtimalleri hastaya açıklamalıdır. Hasta ancak tüm risklerini ve faydalarını anlamlandırdığı bir tedaviyi kabul edebilir. Bu rıza niteliklidir, “aydınlatılmış rıza(onam)” dır. Yüzeysel açıklamalar üzerine verilen bir rıza, hukuken "aydınlatılmış onam" sayılmaz. Aydınlatılmış onam alınmasıyla birlikte tıp biliminin tüm gerekleri ve kuralları uygulanarak yapılan tıbbi müdahale hukuka da uygun hale gelecektir.
Türkiye’nin de 4 Nisan 1997 tarihinde imzalamış olduğu Sağlık Hukukunun ulusalüstü standartlarını belirleyen önemli sözleşmelerden biri olan İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi'nin muvafakat bölümünün 5.maddesine göre; "Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir". Bu nedenle; hastasını yeterince aydınlatmayan doktorun uyguladığı tedavi sonucu ortaya çıkan komplikasyondan hekimin maddi manevi sorumluluğuna gidilebilir. Meydana gelen zarar çoğunlukla uzman bilirkişilerce tespit edilir.
Yargıtay da, komplikasyon nedeniyle açılan davalarda "doğabilecek komplikasyonlara karşı hastanın bilgilendirilip bilgilendirilmediğini" mutlaka araştırmaktadır. Doktor komplikasyon konusunda hastasını bilgilendirmediyse, hastalık ve tedavinin niteliğine göre, doktorun sorumluluğu ortaya çıkabilir. Ameliyatlar öncesi hastalara imzalatılan evraklar aydınlatılmış onam içindir. Ancak aydınlatılmış onam evraklarının çok fazla teknik terim içerdiği, küçük puntolarla yazılmış olmaları nedeniyle anlaşılarak okunmasının zor olduğu uygulamada sık karşılaşılan sorunlardandır. Hastanın anlayabileceği dilden uzak olan teknik terimlerle dolu küçük puntolu evrakların hastayı aydınlatmadığı açıktır. Yalnızca bu evrakların hastaya ibraz edildiği savunması hastanın aydınlatıldığına dair hekimlerin ispatına yaramaktan oldukça uzaktır. Diğer yandan aydınlatılmış onam evrakı sadece komplikasyon halinde doktora karşı açılacak tazminat davasında doktorun sorumluluğunu ortadan kaldırabilir. Ancak açık ve anlaşılabilir bir metin hazırlanması, hastanın anlayabileceği bir dille yazılmış olması, gerektiği halde sözlü bilgilendirme yapılması oldukça önemlidir.
Uzman hukukçular tarafından hastalık, uygulanan tedavi, oluşan komplikasyonun niteliği doğru bir şekilde değerlendirilerek tazminat davası açılıp açılmayacağı değerlendirilir ve bu değerlendirme sonucunda tazminat davası açılması karar verildiği takdirde, uzman avukat ve doktorların incelemesiyle tazminat davasında talep edilecek maddi ve manevi zararın miktarı belirlenir. Kamu hastanelerinde hizmet vermekte olan hekimlerin hizmet kusurları sebebiyle idare aleyhine dava açılacaktır. Anayasa'nın 129/5. maddesi gereğince memurların ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ilişkin davaların idare aleyhine açılması gerekir. Ancak idare aleyhine dava açılabilmesi eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlıdır. İdarenin hizmet kusuru dışında, davalı gerçek kişilerin hizmetten ayrılabilen kişisel kusur oluşturabilecek davranışları bulunup bulunmadığı araştırılarak varılacak sonuca göre görevli mahkemeye karar verilir.
“Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri -kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine açılabileceği benimsenmiştir. Ne var ki, bu kural mutlak olmayıp; idari yetkilerin kullanılma alanı ile, eş anlatımla, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Özellikle, haksız eylemlerde; kamu görevlisinin, Anayasa'nın bu güvencesinden yararlanma olanağı bulunmamaktadır.” (T.C. YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ E. 2007/8843 K. 2007/10537 T. 20.9.2007)
Öte yandan özel muayenehanelerde yahut özel hastanelerde hizmet veren hekimlere karşı şartlarına göre vekalet ve eser sözleşmesi hükümlerine dayanılarak adli mahkemelerde dava ikame edilecektir.
“Uyuşmazlık; vakıf üniversitesi hastanesinde verilen tedavi hizmetinden zarar gördüğü iddiasıyla açılan tazminat davasının adli yargı yerinde mi yoksa idari yargı yerinde mi görülmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır. Kamu tüzel kişisi olarak kanunla kuruldukları ve kamu hizmeti sundukları tartışmasız olan vakıf üniversitelerinin hastanelerinin, Devlet üniversiteleri hastanelerinden farklı tutulması hukuken olanaksızdır. Bu bağlamda, sağlık hizmetinin sunulmasından kaynaklanan zararların da, tazmin sorumluluğunun doğup doğmadığının, idari yargı yerince hizmet kusuru ilkesi kapsamında incelenerek karar verilmesi gerekir. Bu durumda, davacının yanlış tedavi sonucu zarar gördüğünden bahisle uğranılan zarar karşılığı maddi ve manevi tazminatın ödenmesi istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevinde bulunması nedeniyle, adli yargının görevine girmediği gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddi yolunda mahkeme kararı isabetlidir.” (T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2014/13-566 K. 2015/1339 T. 13.5.2015)
Malpraktis vakıalarının azımsanmayacak bir kısmında hekimlerden ziyade hastane organizasyonlarının sorumluluğu bulunmaktadır. Türkiye’de yaklaşık 14 malpraktis davasından hasta ve hasta yakınları ancak birini kazanmaktadır. Yaklaşık 120 bin hekimin görev yaptığı kabul edildiğinde, ölüm nedeni ile şikâyet edilen ve hakkında dava açılan hekim oranı %1’in altındadır. Adli tıbbın verilerine göre, bir yılda hakkında kusur bulunan hekim sayısı 100’dür.Dolayısıyla Türkiye’de 120 bin hekimin 1000’i hakkında dava açılmaktaysa sadece 100’ü hakkında kusur kararı çıkıyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri de, ölüm nedeni ile hekimlerin suçlanmasına karşın, olayın aslında bir organizasyon kusuru olmasıdır.
Av. Suat ŞİMŞEK
İlgili Galeriler