İnsanoğlu ne garip; önce doğal olan şeylerin genetiğini bozuyor, sonra da doğal olanı yapmak için çaba sarf ediyor.
Son yıllarda bunun belki de en somut örneğini gıda ürünlerinde görüyoruz. Organik tarım, organik beslenme ve organik yaşamı eminim artık hepimiz çok duyuyoruz. Bu tanımlara uygun şekillenen üretimler, şekillenen yaşam alanları da bunları artık fark etmemiz için yetiyor da artıyor bile.
Peki, neden bozuyoruz o zaman diyesi geliyor insanın? Madem ki bir süre sonra aynısını yeniden yapmaya, yeniden yaşamaya başlayacağız, neden bozuyoruz da bunların bedelini ödemek zorunda kalıyoruz.
Aslında neden belli, neden çok açık! Kısaca özetlersek kapitalist dünya düzeni diyebiliriz sanırım. Genetiği ile oynanan tohumların daha fazla mahsul vermesi, katkı maddeleri ile az maliyetli üretimler bu sistemin cazip taraflarından sadece bir kaçı.
Organik beslenmeyi, organik üretimi desteklememek mümkün değil. Zira yıllardır tarım ilaçları ve katkı maddeleri ile fazlaca haşır neşir olan gıda ürünlerinden vücudumuzun yorgun düştüğü çok belli. Bu nedenle de organik bir ürünü tüketmiş olduğumuzda sağlıklı beslenme düşüncesi ile son derece mutlu oluyoruz ve motive oluyoruz. Psikolojik olarak da kendimizi sanki daha zinde hissediyoruz. Haksız da değiliz bence.
Peki, nedir bu organik tarım? Kısaca çevre korunması ve tarımdan kaynaklı kirliliğin önlenmesi, insanların tarım ilaçlarından-kimyasal maddelerden korunması için geliştirilen bir alternatif üretim şeklidir. Ekolojik sistemin yanlış kullanımından kaynaklı kaybolan doğal dengeyi kurmak için doğaya zararlı olmayan şekilde üretim yapmayı hedefler. Bununla orantılı daha doğal ürünler üretilir ve soframıza gelir.
Diğer bir biçimde açıklayacak olursak. Organik (ekolojik ) tarım modern teknolojinin sağladığı tüm imkanları ekolojik tarım esasları çerçevesinde dikkatli, bilgili ve özverili bir şekilde kullanmayı gerektiren çevre dostu bir sistemdir.
Türkiye de organik tarım1984-1985 yıllarında başlamıştır. İlk başlarda bu üretimler daha çok Avrupa’ya yönelik ihracata dayalı yapılmıştır. Organik tarımın sağlıklı ve güvenilir şekilde üretim yapılabilmesi için 1992 yılında Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO) kurulmuştur.
Organik tarım sağlıklı fakat günümüz şartlarında bütçeleri biraz zorlayan bir beslenme şeklidir. Fiyat olarak standart ürünlerin yanında daha pahalı olması bu ürünlerin her gelir grubundan insanların eşit olarak tüketmesi de mümkün olmamaktadır. Daha çok eğitim seviyesi yüksek, aylık gelirleri daha iyi olan toplumlar tarafından tercih edilmektedir. Bir zamanlar köylerinde kasabalarında bu ürünleri doğal olarak yetiştiren kesim için artık şehir hayatına taşındıktan sonra bu organik ürünleri sofralarına taşımak ne yazık ki zorlaşmıştır.
Sadece organik beslenme değil, organik yaşama yönelik de talepler artmaya başlamıştır. İnsanların eğitim ve gelir seviyesi yükseldikçe sağlıklarına verdikleri önem de artmıştır. Şehrin, iş hayatının stresli havasından kaçmak isteyenler kendilerine alternatif yaşam yerleri kurmaya başlamışlardır. Özellikle bahar ve yaz geldiğinde şehir yerine; daha sakin kasabalar ve köyler yaşamak için cazip alanlara dönüşmüşlerdir. Zira doğal olmayan hormonlu ürünlerin insan sağlığı üzerinde zararlarından ve kirlenen havanın insan sağlığı üzerindeki zararlarından kaçmak artık gittikçe bir yaşam şekline dönüşmeye başlamıştır.
Keşke; günü gelince yeniden doğal haline dönüştürmek için çevremizin yaşam kaynaklarımızın doğal yapısını bozmasaydık. Şimdi daha mutlu ve sağlıklı olacaktık.
Sevgilerle,
Melek SAKALOĞLU
Peki, neden bozuyoruz o zaman diyesi geliyor insanın? Madem ki bir süre sonra aynısını yeniden yapmaya, yeniden yaşamaya başlayacağız, neden bozuyoruz da bunların bedelini ödemek zorunda kalıyoruz.
Aslında neden belli, neden çok açık! Kısaca özetlersek kapitalist dünya düzeni diyebiliriz sanırım. Genetiği ile oynanan tohumların daha fazla mahsul vermesi, katkı maddeleri ile az maliyetli üretimler bu sistemin cazip taraflarından sadece bir kaçı.
Organik beslenmeyi, organik üretimi desteklememek mümkün değil. Zira yıllardır tarım ilaçları ve katkı maddeleri ile fazlaca haşır neşir olan gıda ürünlerinden vücudumuzun yorgun düştüğü çok belli. Bu nedenle de organik bir ürünü tüketmiş olduğumuzda sağlıklı beslenme düşüncesi ile son derece mutlu oluyoruz ve motive oluyoruz. Psikolojik olarak da kendimizi sanki daha zinde hissediyoruz. Haksız da değiliz bence.
Peki, nedir bu organik tarım? Kısaca çevre korunması ve tarımdan kaynaklı kirliliğin önlenmesi, insanların tarım ilaçlarından-kimyasal maddelerden korunması için geliştirilen bir alternatif üretim şeklidir. Ekolojik sistemin yanlış kullanımından kaynaklı kaybolan doğal dengeyi kurmak için doğaya zararlı olmayan şekilde üretim yapmayı hedefler. Bununla orantılı daha doğal ürünler üretilir ve soframıza gelir.
Diğer bir biçimde açıklayacak olursak. Organik (ekolojik ) tarım modern teknolojinin sağladığı tüm imkanları ekolojik tarım esasları çerçevesinde dikkatli, bilgili ve özverili bir şekilde kullanmayı gerektiren çevre dostu bir sistemdir.
Türkiye de organik tarım1984-1985 yıllarında başlamıştır. İlk başlarda bu üretimler daha çok Avrupa’ya yönelik ihracata dayalı yapılmıştır. Organik tarımın sağlıklı ve güvenilir şekilde üretim yapılabilmesi için 1992 yılında Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO) kurulmuştur.
Organik tarım sağlıklı fakat günümüz şartlarında bütçeleri biraz zorlayan bir beslenme şeklidir. Fiyat olarak standart ürünlerin yanında daha pahalı olması bu ürünlerin her gelir grubundan insanların eşit olarak tüketmesi de mümkün olmamaktadır. Daha çok eğitim seviyesi yüksek, aylık gelirleri daha iyi olan toplumlar tarafından tercih edilmektedir. Bir zamanlar köylerinde kasabalarında bu ürünleri doğal olarak yetiştiren kesim için artık şehir hayatına taşındıktan sonra bu organik ürünleri sofralarına taşımak ne yazık ki zorlaşmıştır.
Sadece organik beslenme değil, organik yaşama yönelik de talepler artmaya başlamıştır. İnsanların eğitim ve gelir seviyesi yükseldikçe sağlıklarına verdikleri önem de artmıştır. Şehrin, iş hayatının stresli havasından kaçmak isteyenler kendilerine alternatif yaşam yerleri kurmaya başlamışlardır. Özellikle bahar ve yaz geldiğinde şehir yerine; daha sakin kasabalar ve köyler yaşamak için cazip alanlara dönüşmüşlerdir. Zira doğal olmayan hormonlu ürünlerin insan sağlığı üzerinde zararlarından ve kirlenen havanın insan sağlığı üzerindeki zararlarından kaçmak artık gittikçe bir yaşam şekline dönüşmeye başlamıştır.
Keşke; günü gelince yeniden doğal haline dönüştürmek için çevremizin yaşam kaynaklarımızın doğal yapısını bozmasaydık. Şimdi daha mutlu ve sağlıklı olacaktık.
Sevgilerle,
Melek SAKALOĞLU
İlgili Galeriler